Kategori arşivi: Prizmabet

İTO/Avdagiç: Şirket kredi kartlarının limit ve taksitleri artırılmalı

İstanbul’da 750 bin firmanın üyesi olduğu İTO’nun, başkanı Şekib Avdagiç, ekonomi gündemini değerlendirdi. Avdagiç, şirketlerin kullandığı kredi kartlarındaki taksit ve limitlerin revize edilmesi gerekliliği, reeskont kredilerinde faiz indirimi, kurdaki hareketlerin iş dünyasına etkileri ile konut ve otomotiv piyasasındaki gelişmelerle ilgili önemli açıklamalar yaptı.

Birçok küçük ve ortak ölçekli şirketlerin ödemelerini ticari kredi kartlarıyla yaptığını belirten Avdagiç, kartlı ödemede alım-satım ve para tahsilatının tamamlandığını, ilave bir tahsilat, takip ve bir süreç gerekmediğini kaydetti.

Şekib Avdagiç, “Kredi kartında hem alıcı hem satıcı açısından efektif bir süreç var. Şirket kredi kartlarının limitlerinin güncellenmesine ve uzun vadeli taksitli kredili sürece ihtiyaç var. Özellikle şirket kredi kartlarıyla ilgili hem limit hem de taksit kısıtlaması geldikten sonra, karşılıksız çek oranlarında artışlar yaşandı. Bu bence, bu konuda en önemli gösterge. Tabi ki şirketlerin mali gücüne, kapasitesi, cirosu, finansal yapısı dikkate alınarak, bu konuda ödeme zincirinin daha sıhhatli çalışması için şirketlerin kredi kartı limitlerinin ve taksitlendirme paketinin tekrar ele alınarak, şu anki durumun geliştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

“Uygun maliyetle reeskont kredileri piyasaya girince, bu ticari krediler üzerindeki baskıyı da azaltacaktır”

Merkez Bankası’nın Eximbank üzerinden ticari bankalar aracılığıyla kullandırdığı reeskont kredilerinin faiz oranlarını düşürmesine ve limitlerini artırmasına değinen Avdagiç, TCMB’nin attığı bu adımın iki yönden çok büyük değeri olduğunu belirtti. Doğrudan reeskont kredilerini kullanan şirketlerin kredi maliyetlerinin çok hissedilir bir şekilde azaldığını kaydeden Avdagiç, şöyle devam etti: “Bu hala yüksek ama çok önemli bir adım atıldı. İkinci konu da, firmalar bu maliyetlerle reeskont kredilerine ulaştıkça, ‘reeskont kredisi mi, ticari kredi mi kullanayım’ arasında çok önemli bir fark olmadığından dolayı, firmalar tercihlerini farklı bir şekilde de kullanabiliyorlardı. Ama şimdi uygun maliyetle reeskont kredileri piyasaya girince, bu ticari krediler üzerindeki baskıyı da azaltacaktır. Ellerindeki kaynağı krediye çevirmek durumunda olan bankalar, buradaki azalan talebe bağlı olarak yeni talep oluşturmak için daha uygun maliyetli ticari kredi paketleri oluşturmak durumunda kalacaklardır. Dolayısıyla TCMB’nin reeskont kredilerinin maliyetini düşürmesi, piyasada kullanılan ticari kredi maliyetlerinin de bir miktar daha makul noktaya gelmesine katkı sağlayacaktır. Yani ‘dual’ bir etkisi var bu işin.”

“Kurun kademeli ve dengeli bir biçimde enflasyonu makro açıdan takip edebiliyor olması lazım”

Avdagiç, döviz kurlarındaki hareketlerin yaşanan enflasyonu makro açıdan takip edebiliyor olması gerektiğini belirterek, “Biz İTO olarak kurla ilgili bir öngörü yapmıyoruz prensip olarak. Rakam telaffuz etmekten ziyade filmi geriye sardığımız zaman şöyle bir resim ortaya çıkıyor. Türkiye’de enflasyonun devam ettiği bir dönemde kur uzun süre bir yatay seyir sürecini devam ettirirse, belli bir süre sonra kurda ani sıçramalar oluyor. Bu da bütün şirketlerin fiyatlama stratejilerini olumsuz etkiliyor. Kurdaki olası ani sıçrama riskine bağlı olarak firmalar, fiyatlama stratejilerini bu riski de ‘cover’ edecek şekilde oluşturuyorlar. Dolayısıyla bu da aslında enflasyon üzerinde de ilave bir rakam oluşturuyor. Bu anlamda kurun yaşanan enflasyon dikkate alarak kademeli ve dengeli bir biçimde enflasyonu tamamen olmasa bile makro açıdan takip edebiliyor olması lazım. Bu yaşandığı zaman insanlar bilecek ki enflasyon X ise her ay, kur her ay 0.7-0.8 X buna paralel olarak değişirse, demek ki biz enflasyona bağlı olarak önümüzdeki dönemle ilgili fiyatlamalarımızı yapabileceğiz, ihracat fiyatlarımızı oluşturabileceğiz, maliyetlerimizi hesaplayabileceğiz. Bu anlamda kurun yurtiçinde yaşanan enflasyonist ortam dikkate alınarak, bir politika ile, döviz kullanan firmaların önüne çıkması en önemli beklentimiz. Aksi halde bir kurun zaman zaman beklentilere uygun bir noktada olmamasından dolayı fiyatlamada ciddi önemli problem yaşanıyor. İkincisi de, tekrar edeyim önemli olduğu için kurun ani sıçrama riski ile ilgili bir beklenti oluştuğu için bu fiyatlama stratejilerini de olumsuz etkiliyor” şeklinde konuştu.

“Paritenin 1.05’in altına inmemesini ümit ediyoruz”

Euro/Dolar paritesinin makul seviyede bulunduğunu belirten Avdagiç, küresel ekonomideki gelişmelerden ötürü şu dönemde doların euro karşısında değerlenmesini beklemediklerini söyledi. Avdagiç, “Bizim buradaki beklentimiz; aslında büyük resme baktığınız zaman, Euro/dolar paritesinde 1.08, 1.1 oranı, makul ve ideal kabul edilebilecek bir oran. Ama tabi bu bizim müdahale edebileceğimiz bir konu değil. Uluslararası konjonktürün oluşturduğu, özellikle son dönemde Avrupa’da Rusya-Ukrayna savaşına da bağlı olarak bir ekonomik gelişme ile baskılanmış bir yapı var. Öbür tarafta Çin’de de yine sıkıntılı bir durum var. Bu dönemde Avrupa Bölgesi, Çin ve ABD diye 3’e ayırırsak ana ekonomik bölgeleri, şu anda burada en öne çıkan bölge ABD. Dolayısıyla oradaki hem ekonomik veriler, buna bağlı olarak Rusya-Ukrayna savaşı ve bunun oluşturduğu yük, Çin’le ilgili yaşanan durumu dikkate aldığımızda, şu anda doların kuvvetlendiğini görüyoruz. Dolar kuvvetlendikçe de kısa vadede Euro’nun çok fazla değer kazanmasını beklememek lazım. Dolayısıyla şu anda en azından ümit edelim ki, 1.05’in altına düşmesin bu oran” dedi.

“İhracatta euronun yoğunluğu azaldı”

Türkiye’nin ihracatında euro ağırlığının son dönemde azaldığı bilgisini veren Avdagiç, dış ticarette parite riskinin düştüğünü dile getirdi. Avdagiç, “Türkiye’nin ihracat kompozisyonuna baktığımızda euronun ağırlığının önceki dönemlere göre azaldığını söyleyebiliriz. İhracatta dolar ağırlığı şu anda yüzde 60’a yaklaşırken, euro yüzde 40’lı seviyelerde bulunuyor. Aslında biz ne zaman ki Afrika’ya, Doğu blokuna, Orta Doğu’ya, Afrika’ya, Uzakdoğu’ya ihracatımızı artırırsak, ki trend biraz o tarafa gidiyor, Euro/dolar paritesinin riskini de azaltmış olacağız” diye konuştu.

“Tasarruf sahiplerinin tasarruflarını koruyabilecekleri ve hatta nemalandırabilecekleri bir yapıyı muhafaza etmeniz lazım”

Uygulanan faiz politikası değerlendirirken ülkedeki enflasyon oranının da dikkate alınması gerektiğinin altını çizen Avdagiç, “Şu anda yüzde 70’ler mertebesinde yaşanan enflasyon olan bir ülkede tasarruf sahibinin de rasyonel bir şekilde tasarrufunu muhafaza edebileceği yolları oluşturmak lazım. Bu konuda yakın zamanda ne oldu; Döviz aldığın zaman döviz yükselmedi, insanlar dövize yatırım yaparak birikimlerini koruyamadılar, bankaya yatırdıkları zaman enflasyonun çok altında bir gelir elde ettiler. Bu sefer bazı sektörlerde olağanüstü bir talep doğuran süreçler yaşandı. Daha makul imkanı olan, hiç piyasanın içinde olmamasına rağmen otomobil almaya başladı. Biraz daha yatırım parası yüksek olan arsa, arazi, konut veya ticari alan almaya başladı. Ve burada rasyonel olmayan bir piyasa oluştu. Mesela otomotivde yılın ilk 9 ayında, hatta ilk 6 ayında dersek yüzde 70’lik bir arz artışı olmasına rağmen, talepte anlamlı olmayan olağanüstü artıştan dolayı bir takım spekülatif fiyatlar oluştu. Arz, otomotiv gibi bir sektörde yüzde 70 artıyor, ama talep öyle çılgınca arttı ki, oradaki denge bozuldu. Dolayısıyla her halükarda ekonomide mutlaka tasarruf sahiplerinin de tasarruflarını koruyabilecekleri ve hatta nemalandırabilecekleri bir yapıyı muhafaza etmeniz lazım. Tabi enflasyonun yüksek olduğu zamanlar da bu iş dünyasının canını acıtıyor. Yapmamız gereken en önemli konuların başında kısa, orta vadede enflasyon rakamını kontrol altına almak. Enflasyonu kontrol altına almaya başladığınız ve piyasada genel olarak bu anlayış gerçekleştiği anda hem faizler, paranın maliyeti, krediye ulaşım bütün bunlarda hızlı bir düzelme ve daha makul noktalara geliş yaşanabilecek. Dolayısıyla bütün bu konuştuğumuz sıkı para politikası, faizlerin seviyesi, kredi maliyeti bütün bunların çözümünün temel argümanını biz enflasyonun çok hızlı bir şekilde aşağı düşmesine bağlıyoruz. Bunu becerebilirsek, yani OVP’deki gibi 2024’te yüzde 33’lerde, 2025’te yüzde 16’lara çekmeyi becerebilirsek, zaten konuştuğumuz bu konular yavaş yavaş gündemden çıkmaya başlayacak” ifadelerini kullandı.

“Şirketler öz kaynaklarını yükseltmeli”

Şirketlerin finansmana erişiminde yüksek maliyetli kredileri kullanmada isteksiz bir hale geldiğini anlatan Avdagiç, “Yakın zamana kadar finansmana ulaşım problemi vardı. Şu anda finansmana ulaşımdan ziyade finansmanın maliyeti konuşulmaya başladı. Yani Merkez Bankası’nın referans faizini artırmaya başlamasından sonra, bankaların kredi arzları arttı. Ama yüksek maliyetli kredileri kullanma konusunda şirketler daha isteksiz bir noktaya geldi. Buna bağlı olarak sermaye piyasasına girişler oldu. Türkiye’deki piyasanın çok önemli bir kısmını KOBİ’ler oluşturuyor. KOBİ’lerin de sermaye piyasalarına açılma şansı çok fazla yok. Daha çok belirli bir çizginin üzerindeki şirketlerin başvurabileceği bir platform. O anlamda bizim de şöyle bir zafiyetimiz var: Küçük, orta hatta büyük şirketlerin hepsinin gelişmiş ülkeler ölçeğinde baktığınız zaman, öz kaynak oranlarının düşük olduğunu görüyorsunuz. Avrupa’da yüzde 50 öz kaynak, yüzde 50 yabancı kaynak gibi çok yerel bir kabul vardır. Türkiye’de öz kaynak oranı daha düşük. Dolayısıyla Türk şirketlerinin yüksek maliyetli dış kaynak kullanımına karşı kendilerini korumaları için, makul bir süre içinde, genel anlamda şirketlerin öz kaynaklarını oransal olarak yükseltmeleri gerekiyor. Bu çok önemli. Çok daha sıhhatli bir hale geleceklerdir” dedi.

“Borsayı oynanan yer değil, ’yatırım’ alanı haline getirmeliyiz”

Borsanın, yatırımcıların kısa vadeli yüksek kazanç sağlamak istediği yer olmaktan çıkarıp uzun vadeli bir yatırım alanına dönüştürülmesi gerektiğini vurgulayan Avdagiç, “Sermaye piyasası hala bizde çok sığ. Yani evet borsada milyonlarla ifade edilen yeni oyuncular var ama bu oyuncuların 2-2.5 milyonu baktığınızda 20-30-50 bin liralar mertebesinde yatırım yapıyorlar. Yani o rakamlara aldanarak o piyasalara çok büyük bir giriş yapıldığını söyleyemeyiz. Evet borsaya bir rağbet var. Bu rağbetin daha büyük bir şirket havuzunda, daha çok fonun içinde olduğu daha uzun vadeli profesyonel yatırımların içinde olduğu bir yapıya dönüşmesi lazım. Biliyorsunuz, gelişmiş Batı ülkelerinde bireyler borsaya giriş-çıkış yapmaktan ziyade, daha çok borsadaki bir takım fonları yöneten şirketlere tasarruflarını yatırırlar. Onlardan kendileri adına maksimum getiri elde etmeye çalışırlar. Biz borsayı, hani bir tabir vardır ya, ‘borsada oynuyor’. Borsayı oynanan yer olmaktan çıkarıp tamamen yatırım yapılan yer haline getirmemiz lazım. Bu konuda önemli adımlar atılıyor. Şirketlerin hızlıca sermaye piyasasına açılmaları konusundaki çalışmalar ümit verici. SPK bu konuda çok etkin bir çalışma yapıyor. Tabi bu konuda hassas bir çalışma yapıyor aynı zamanda ki, SPK’nın yaklaşımını çok doğru buluyoruz. SPK’nın bu konudaki hassasiyeti önemli. Burada şirketlere şöyle bir öz eleştiri yapalım. Şirketlerin de çok hızlı bir şekilde sermaye piyasasına açılacak standartlara göre kendilerini gözden geçirmeleri gerekiyor. Yani oraya müracaat ettikleri zaman, bir takım konulardan geri dönmelerine sebep olmayacak, ilk başvuruda borsaya açılmalarının önünü açabilecek yapıyı hazırlamaları gerekiyor. İş dünyasında bu konuda hızlı bir hareketlenme olduğunu görüyoruz” şeklinde konuştu.

“İkinci el otomobil fiyatlarındaki köpük eriyor”

İTO Başkanı Avdagiç, ikinci el otomobil ve konut fiyatlarındaki gelişmeleri de değerlendirdi. Avdagiç, ikinci el otomobil fiyatlarındaki gerilemeyi, önceki dönemlerde olağanüstü fiyatlamaların etkisiyle oluşan köpüğün erimesi olarak tanımladı.

Avdagiç, “İkinci elde fiyatların geri gelmesi şeklinde bir tabirin doğru olduğunu düşünmüyorum. Son birkaç aylık dönemde oluşan bir köpük vardı, o köpük şu anda kalkıyor. Her zaman için otomotivde bir birinci el fiyatı vardır, ona bağlı olarak onun altında oluşan ikinci el fiyatı vardır. Olağanüstü bir dönem geçirdik, o dönemde bu denge bozuldu. Şimdi denge aslında yeniden yerine oturuyor. Yeni bir şey keşfediyor değiliz. Senelerdir rutin ve normal yürüyen bir piyasaya geri dönüyoruz. Burada düştü kelimesini de ben çok gerçekçi bulmuyorum. Spekülatif bir süreç vardı. O spekülatif süreç şimdi normale dönüyor. Daha evvelde, arzın bu kadar canlı olduğu bir dönemde, siz de tüccar olsanız, otomobil satsanız bu kadar çılgın bir alıcının olduğu piyasada niye taksit yapasınız, niye özel finansman kolaylıkları sağlayasınız. Peşin almaya hazır bu kadar bir kitle varken, ticaretin kuralı yani. İktisat 101; fiyat nedir, arzla talebin kesiştiği yerde oluşur. Dolayısıyla şu anda arzın aynı kaldığı, talebin daha kontrollü bir hale geldiği bir yerde fiyat da daha gerçekçi bir noktada belirlenebilecektir” dedi.

“Avrupa’daki konut konseptlerini ele almalıyız”

Türkiye’de konut arzının yeterli seviyede olmamasından doğan problemlerin çözümü noktasında metrekareye dikkat çeken Avdagiç, “Konut olayı biraz farklı. Konutta Türkiye’de yaşanan evlilik sayılarını dikkate alırsak, buna bağlı olarak üzülerek söylüyoruz artan boşanma sayılarına bağlı çiftlerin birden fazla konut ihtiyacı olduğunu dikkate alırsak, bir de çokça konuşulmayan ama fiilen devrede olan bir konu var. O da yeni yaşam döngüsünde belirli bir yaşın üzerindeki gençler evlenmeden ayrı evlere çıkıyorlar. Bu, 20 sene evvel, 15 sene evvel, bir 30 sene evvel yoktu. Şimdi belirli yaşın üzerindeki gençler de evlenmeden müstakil yaşama başlıyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de yıllık 800-850 bin adetlik bir konut talebi var. Bunu karşılayamadığınız anda, hem konut ve özellikle kira fiyatlarının yüksek kalması kaçınılmaz. Bizim bu konuda birkaç konuyu birden ele almamız lazım. Bir tanesi daha makul büyüklükte bir konut üretim sürecini devreye almamız lazım. İlla artık eski tabirle 3+1’ler olmaz. İngiltere’ye, Amerika’ya baktığınız zaman Avrupa’da bu kadar çok 100-120 metrekare genel kullanıma açık evler çok az sayıda. Ortalama evler 65 ile 80 m2 arasında. Bizim bu konuda konut konseptini ele almamız lazım. Daha rasyonel metrekarelerde ve işletimi daha ucuz. Bakıyorsunuz, bazı konutlarda aidatlar çok yüksek hale gelmiş. Çünkü konutlar kurulurken çok yüksek maliyetli bir işletim sistemi kuruluyor. Daha rasyonel, daha ekonomik yapılar süreçler ortaya koymamız lazım. Ama mutlaka insanların tekrar makul büyüklükte konuta erişiminin önünün açılması lazım” diye konuştu.

“Ulaşılabilir konut için arsa payını azaltmalıyız”

Konuta erişimde arsa maliyetlerine dikkat çeken Şekib Avdagiç, Türkiye’de mutlaka konut finansmanının içinde arsa finansmanını çıkaracak adımların atılmasına ihtiyaç olduğunu söyleyerek, “İstanbul’da konut finansmanı için bir kredi verdiğiniz zaman, şehrin çeperlerine çıkmadığınız sürece verdiğiniz kaynağın yüzde 55’i aslında konut finansmanı değil, arsa finansmanı. Dolayısıyla ilginç bir durum var. Siz bir yerde 5 milyon liralık bir daire alıyorsanız, müteahhit orayı yüzde 55 ile almışsa, demek ki verdiğiniz paranın yüzde 55’i arsa payı. Dolayısıyla bizim mutlaka arsa payını yüzde 20’lerin altına çekecek konut projelerini hayata geçirmemiz lazım ki, biz sadece konut maliyetini çok cüzi bir arsa maliyeti ile devreye koyalım. Burada devlet devreye girerek, ilk konut alacakların bu arsa maliyetini de çok uzun bir zamana yayarak, onu da maliyetten ilk aşamada çıkarabilir. Dolayısıyla bizim Türkiye’de mutlaka konut finansmanının içinde arsa finansmanını çıkarmamız lazım ki, gerçekten konutu finanse ediyor olalım. Biz şu anda konutu finanse etmiyoruz. Biz konutu yüzde 40 finanse ediyoruz, yüzde 60 arsayı finanse ediyoruz. Bizim yüksek gelir segmenti bölgesindeki konutları finanse etmek gibi bir politikamız olması gerektiğini düşünmüyorum. Bizim daha makul ulaşılabilir konutlar üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Siz onu ürettiğiniz zaman zaten, o merkezinde kendi içinde dengeleri oluşacaktır” diye belirtti.

OECD Başekonomisti Lombardelli: Türkiye’de mali disiplinin yeniden tesisi önemli

Lombardelli, AA’nın enflasyonist baskılar, merkez bankalarının para politikası kararları ve Türkiye ekonomisindeki gelişmelere ilişkin sorularını yanıtladı.

Küresel ekonominin enflasyon ve düşük büyümenin yarattığı çifte zorlukla karşılaşmaya devam ettiğini dile getiren Lombardelli, “Enflasyonun inatçılığı önemli bir endişe kaynağı. Enflasyonun daha inatçı olması para politikasının daha da sıkılaşmasını gerektirebilir ki bu da ekonomi üzerinde baskı oluşturacak bir unsur. Bu durumda finansal piyasalar risk ve getirileri yeniden değerlendirirken, durum finansal varlıklarda ani ve önemli fiyatlamanın görülme ihtimalini artırabilir.” diye konuştu.

Lombardelli, enflasyonla bağlantılı bir başka endişe veren durumun ise para politikasının kapsamı ve hızı olduğunu dile getirdi.

Dünya genelinde enflasyonu düşürmeye yönelik hızlı ve kararlılıkla uygulanan para politikasının doğru olduğunu vurgulayan Lombardelli, “Enflasyonist baskının kalıcı bir şekilde azaldığına, kısa vadeli enflasyon beklentilerinin daha da yumuşadığına, iş gücü ve ürün piyasalarında aşırı kaynak baskılarının azaldığına dair açık işaretler oluşana kadar para politikasının kısıtlayıcı kalması gerekiyor.” dedi.

Lombardelli, para politikasındaki sıkılaşmanın etkilerinin giderek daha görünür hale geldiğine işaret etti. Japonya hariç büyük ekonomilerde bankaların kredi kullandırma standartlarının sıkılaştığını ve kredi büyümesinin birçok ekonomide yavaşladığını belirten Lombardelli, konut kredilerinde keskin düşüş görüldüğünü söyledi.

Para politikasındaki sıkılaşma devam ederken enflasyonun bu yıl ve 2024’te kademeli olarak yavaşlamasını beklediklerini dile getiren Lombardelli, şöyle devam etti:

“Ancak çoğu ekonomide enflasyonun merkez bankası hedeflerinin üzerinde kalmasını bekliyoruz. Diğer yandan, para politikasının hızlı ve küresel olarak senkronize halde sıkılaştırılmasının tam etkilerinin 2024’te büyüme öngörülerini şekillendireceğini öngörüyoruz. Bunun yanı sıra enerji piyasalarında sıkışıklık devam ediyor ve petrol, kömür ve gaz piyasalarında arz kesintileri ihtimali söz konusu. Gıda fiyatlarının yeniden artması ve arz kısıtları, gıda güvenliğini kötüleştirebilir.

Gıda ve enerji fiyatlarının birçok ülkede tüketici fiyatlarındaki ağırlığı göz önüne alındığında, enflasyonda yeni yukarı yönlü baskılardan endişe etmek için yeterli neden var. Ayrıca, Çin’deki beklenenden daha keskin görülen yavaşlama önemli bir risk haline geldi ve bu durum ülkenin ana ticaret ortaklarındaki büyümeyi baskılayabilir.”

“2024’ün belirli bir dönemine kadar faiz indirimi muhtemel değil”

Lombardelli, enflasyonu kalıcı olarak düşürme, maliye politikası desteğini ayarlama ve sürdürülebilir büyümeyi canlandırma ihtiyacının politika yapıcılar için de zorluklar yarattığını ifade etti.

Enflasyonist baskının kalıcı bir şekilde ortadan kalktığı yönünde net işaretler oluşana kadar para politikasının kısıtlayıcı olması gerektiğinin altını çizen Lombardelli, “Bu durumun, çoğu gelişmiş ekonomide 2024’ün belli bir dönemine kadar herhangi bir politika faizi indirimini sınırlandırması muhtemel. Temel enflasyon baskısının özellikle kalıcı olduğu durumlarda bazı ek faiz artışlarına hala ihtiyaç duyulabilir ancak çoğu ekonomide politika faiz oranları zirvede veya zirveye yakın görünüyor.” diye konuştu.

Lombardelli, küresel ekonomideki mevcut sorunlar nedeniyle tüm ülkelerin giderek artan harcama baskılarıyla karşı karşıya olduğunu belirterek, “Bunun da ötesinde, düşük gelirli ülkelerde borç sıkıntısının artması da endişe verici. Bu artış, kredi sağlayan tüm ülke ve kurumların borç yüklerinin sürdürülebilir olmasını sağlamak ve kalkınmanın önündeki önemli aksaklık riskini azaltmak için ortak harekete geçmelerini özellikle acil hale getiriyor.” dedi.

“Türkiye ekonomisi bu yıl yüzde 4,3 büyüyecek”

Türkiye ekonomisindeki son gelişmeleri ve atılan adımları da değerlendiren Lombardelli, OECD’nin geçen ay yayınladığı ekonomik görünüm raporunda, Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 4,3 büyüyeceğini ve 2024’te büyümenin yüzde 2,6’ya çekileceğini öngördüklerini anımsattı.

Daha sıkı mali koşullar, mali konsolidasyon ve yüksek enflasyonun hane halkı tüketimini yavaşlatmasını beklediklerini dile getiren Lombardelli, “Ancak bu yılın başında yaşanan depremlerin ardından devam eden yeniden inşa faaliyetleri nedeniyle yatırım artışı yüksek kalacak. Enflasyon ise aşağı yönlü bir seyir izleyecek ama yine de 2024’te enflasyonun yüzde 40 seviyesinde olacağını öngörüyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Lombardelli, şunları kaydetti:

“Yeni ekonomi yönetiminin mali konsolidasyona yönelik attığı adımlar ekonomiyi yeniden sürdürülebilir bir patikaya koymak açısından önemli. Bu tedbirler olmadan cari açık hızla artardı. Bu açıdan mali disiplinin yeniden tesis edilmesi önemli çünkü ihtiyatlı maliye politikası, Türkiye’de son 20 yıldır önemli bir dayanak oluşturdu.

Merkez Bankası da enflasyon görünümünde önemli bir iyileşme sağlanana kadar para politikasını gerektiği kadar sıkılaştırmaya kararlı olduklarını söyledi. Bu, memnuniyetle karşılanan bir durum. Öte yandan, enflasyon inatla yüksek kalıyor. Yapısal reformlar, makroekonomik çerçeveyi istikrara kavuşturmaya ve uzun vadeli büyüme potansiyelini artırmaya yönelik mevcut çabaları destekleyebilir.”

Yellen: Yumuşak iniş kesin değil ancak en muhtemel yol

Yellen, Fas’ın Marakeş kentinde düzenlenen IMF-Dünya Bankası yıllık toplantıları kapsamında yaptığı basın toplantısında, İsrail-Filistin çatışmasının potansiyel ekonomik etkilerini izlediklerini ancak durumun şu an için küresel ekonomik görünümü etkileyeceğini düşünmediğini ifade etti.

ABD ekonomisinin iyi bir rotada olduğunu, iş gücü piyasasının güçlü performans gösterdiğini ve enflasyonun gerilediğini dile getiren Yellen, “ABD ekonomisi için temel senaryonun yumuşak iniş olduğunu düşünüyorum. Buna yönelik riskler tabii ki var ve küresel şoklar bu riskler arasında. Ukrayna’daki savaş küresel ekonomik görünüme zarar vermeye devam ediyor, düşük gelirli ülkeler için ciddi maliyet artışları oluşturuyor ve petrol ve gıda fiyatlarının artmasına yol açıyor. İsrail’deki durum da endişeleri artırıyor. Bu nedenle yumuşak inişin kesin olacağını söylemiyorum ama bunun en muhtemel yol olduğu yönündeki düşüncem devam ediyor.” diye konuştu.

Yellen, bu hafta Marakeş’te Çin Merkez Bankası Başkanı Pan Gongsheng ile görüşeceğini de söyledi.

ABD ve Çin’in ulusal güvenlik çıkarlarını korurken, her iki tarafa da fayda sağlayan sağlıklı bir ekonomik ilişki, borçların yeniden yapılandırılması ve iklim değişikliği gibi küresel zorluklar konusunda işbirliği aradığını belirten Yellen, şunları kaydetti:

“Çin Merkez Bankası Başkanı Gongsheng ile görüşmeyi bekliyorum. İletişimimizi derinleştirmede kayda değer ilerleme sağladığımızı düşünüyorum. Her iki ülkeyi de ilgilendiren ekonomik ve finansal konulara ilişkin iletişim kuruyoruz. Borç konusunu görüşebileceğimiz iyi bir iletişim kanalımız var. İlerlemenin yavaş ve kesinlikle iyileştirilmesi gereken noktaları olmasına rağmen bu bizim uzun süredir odaklandığımız ve odaklanmaya devam edeceğimiz bir konu.”

Küresel ekonominin ABD ve Çin ekonomisine bağlı olduğunu ifade eden Yellen, dünya ekonomisine ilişkin endişeleri gidermek için her iki ülkenin birlikte çalışmak üzere bir role sahip olduğunu söyledi.

Yellen, her iki ülkenin de bunun “gerekli ve istenen bir şey” olduğunu kabul ettiğini ve iklim değişikliğiyle mücadele gibi kritik konularda işbirliğine ihtiyaç duyulduğunu sözlerine ekledi.

Erdoğan: Enflasyonun üstesinden gelecek bir program uyguluyoruz

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, enflasyona ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

“Çok geniş bir alanda sorumluluk yüklendiğimizin farkındayız. Bunun için polemiklerden uzak duruyoruz. Son dönemde insanımızın canını en çok yakan hiç şüphesiz hayat pahalılığıdır. Enflasyondaki yüksek oranlı artışlar tüm dünyanın sorunudur. Yeni yol ve yöntemlerle enflasyonun ve yol açtığı sorunların üstesinden gelecek bir program uyguluyoruz.

Emeklilerimizin yaşadıkları sıkıntıları bir nebze de olsa hafifletmek için bir defaya mahsus 5 bin lira ikramiye ödenmesini kararlaştırdı. Hem çalışanlarımızın hem de emeklilerimizin ücretlerinde yeni düzenlemeyi yılbaşında ayrıca yapacağız.”

(Sürecek)

AMB’nin anketinde enflasyon beklentisi sınırlı yükseldi

Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) Ağustos ayına ilişkin Tüketici Beklentileri Anketi sonuçlarını açıkladı.

Buna göre, Euro Bölgesi’ndeki tüketicilerin 12 ay için ortalama enflasyon beklentisi Ağustos’ta, yüzde 3,4’ten yüzde 3,5’e, gelecek 3 yıl için enflasyon beklentisi de yüzde 2,4’ten yüzde 2,5’e yükseldi.

Bölgedeki tüketicilerin ekonomik büyümeye ilişkin beklentileri bir önceki aya göre sınırlı şekilde gerilerken, temmuzda eksi yüzde 0,7 olan tüketicilerin gelecek 12 aya ilişkin ekonomik büyüme beklentisi Ağustos’ta eksi yüzde 0,8’e indi.

Tüketiciler, gelecek 12 ayda işsizliğin ortalama yüzde 11,1 olmasını beklerken, bu oran, Temmuz’da yüzde 11 olarak öngörülmüştü.

Konut fiyatlarının gelecek 12 ayda yüzde 2,3 artmasını bekleyen tüketiciler böylelikle marttan bu yana ilk kez bir yükseliş tahmininde bulunurken, Temmuz’daki beklenti yüzde 2,1 artış olacağı yönündeydi.

14 bin kişiyle yapılıyor

AMB, orta vadede yüzde 2 enflasyon hedeflerken, bankanın Tüketici Beklentileri Anketi, aylık olarak yayınlanıyor.

Anket, Euro Bölgesi GSYH’sinin yaklaşık yüzde 85’ini temsil eden Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda ve Belçika’dan yaklaşık 14 bin kişiyle görüşülerek yapılıyor.

Enflasyon beklentileri, AMB’nin para politikasında önemli bir rol oynuyor. AMB’nin faiz artırımları konusunda ne kadar ileri ve hangi hızda gideceği enflasyonun görünümünü belirleyecek.

AMB’nin ekonomide resesyon beklentisine karşın Temmuz 2022’den bu yana faiz oranlarını toplam 450 baz puan artırarak tarihin en hızlı sıkılaştırma adımını atmış olması dikkati çekmişti.

Öte yandan, Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerine göre, Euro Bölgesi’nde temmuzda yüzde 5,3 olan yıllık enflasyon, ağustosta yüzde 5,2 seviyesinde belirlenmişti.

“Tekstilde istihdam kaybı 200 bini bulabilir”

Denizli Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Selim Kasapoğlu TÜİK tarafından açıklanan sanayi üretim verilerini değerlendirdi.

Kasapoğlu tekstil sektöründeki istihdam kaybının 200 bini bulmasını beklediğini söyledi.

Bloomberg HT yayınına katılan Kasapoğlu “Sanayide sahaya baktığınızda aslında kapasite kullanım oranlarının buradan çıkan rakamlardan daha fazla gerilediğini tahmin ediyoruz. Sanayi üretiminde 0,8’lik bir gerileme var. İmalat sanayindeki gerileme yüzde 1,3 civarında. Tekstil imalatında bir yıllık yüzde 8,5’lik gerileme var, hazır giyimde de yüzde 11,7’lik bir gerileme gözüküyor. İyi olan sektörler de var. Makine sektöründe, mermer sektöründe kapasitelerin biraz daha arttığını gözlemliyoruz” dedi.

Sahada bu rakamlardan daha kötü bir daralma gözlemlediklerinin altını çizen Kasapoğlu “Denizli tekstil, mermer başta olmak üzere ihracat kalemleri olan bir kent. Burada özellikle Avrupa’daki, Amerika’daki daralmanın da etkisi ile Denizli’de bu daralmayı daha fazla hissettiğimizi söyleyebiliriz. Denizli’de ihracat kalemlerinde yüzde 20-25’lik gerilemeler var. Tekstil özelinde baktığımızda bunu Türkiye ihracatında da görüyoruz. Geçen sene tekstil ve hazır giyim 35 milyar dolar ihracat gerçekleştirmişti. Bugün Ağustos, Eylül ayı rakamlarını değerlendirdiğimizde bu ihracat rakamlarının 30 milyar dolar civarında kalacağını tahmin ediyoruz. Enflasyon döneminde birçok girdimizin maliyetleri hızlı bir şekilde artıyor. Önümüzdeki dönemde ihracat rakamlarımızın gerilemeye devam edeceğini öngörüyoruz” şeklinde konuştu.

Kasapoğlu “Bu hızla gidersek tekstil sektöründe istihdam kaybının 200 binleri bulması kaçınılmaz olur. Sanayide daralmanın önümüzdeki dönemde de devam edeceğini düşünüyorum. Sahada konuştuğumuz firmalar, üye firmalarımız, Denizlili ihracatçılar önümüzdeki dönemle ilgili iyi sipariş alamadıklarını söylüyorlar. Önümüzdeki dönemdeki kapasitelerimizi dolduramayacaklarını düşünüyorlar. Bu anlamda yeni düşük kapasitelerle istihdam sayılarını tekrar düzenleyeceklerini tahmin ediyorum. Kur politikasında en çok zarar gören sektör tekstil ve hazır giyim sektörü oldu. Alım isteğinin düşmesi en çok maalesef tekstil sektörünü vurdu” dedi.

Exxon Mobil, Pioneer Natural’ı satın almak üzere anlaştı

Exxon Mobil’in açıklamasına göre, birleşme, Exxon Mobil’in 5 Ekim 2023’teki hisse başı kapanış fiyatı olan 253 dolar üzerinden gerçekleşti.

Böylece, Exxon Mobil’in Pioneer şirketini satın alma işleminin toplam değeri 59,5 milyar dolar oldu.

Birleşme sonrası şirketler, ABD’nin güneybatısında bulunan Permian Havzası’nda 16 milyar varil petrol eşdeğeri kaynağa sahip olacak.

Exxon Mobil’in, Permian’daki üretiminin bu yılki hacminin iki katından fazla artarak günlük 1,3 milyon varil petrol eşdeğerine ve 2027’de ise 2 milyon varile ulaşması bekleniyor.

Bayraktar: Rosatom, Türk yenilenebilir enerji pazarına yatırım yapmak istiyor

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Rusya’nın başkenti Moskova’da düzenlenen Rus Enerji Haftası kapsamında gerçekleştirilen “Teknolojik egemenlik ve düşük karbon enerjisi: Geleceğe bakmak” başlıklı oturumda konuştu.

Enerji konusunda geleneksel zorluğun, enerjinin güvenilir ve düşük maliyetli bir şekilde tüketiciye tedarik edilmesi olduğuna işaret eden Bayraktar, “Şimdi ise enerjinin güvenilir ve düşük maliyetli bir şekilde tedarik edilmesinin yanı sıra çevre dostu olarak da tedariki yeni bir zorluk olarak önümüze çıkıyor.” ifadesini kullandı.

Söz konusu zorlukların Türk enerji pazarında da geçerli olduğunu belirten Bayraktar, “Çünkü biz büyüyen bir pazarız, enerji talebimiz hem elektrik hem de doğalgaz tarafında artıyor. Son 20 yılda yaklaşık 3 kat bir artış yaşandı. Enerji talebimiz her yıl yüzde 4,7 artıyor ve bu eğilimin 20 yıl boyunca devam edeceğini düşünüyoruz.” dedi.

Bakan Bayraktar, bu nedenle Türkiye’de enerji üretimine yönelik önemli miktarda yatırım yapılması gerektiğinin altını çizdi.

Türkiye’nin karbon nötr hedefi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2053 itibarıyla karbon nötre ulaşma hedefini iki yıl önce duyurduğunu anımsatan Bayraktar, “Sadece 30 yıl vaktimiz var ve tüm enerji sistemimizi, tarımdan ulaşıma ve sanayiye, tüm sektörlerimizi dönüştürmemiz gerekiyor. Ekonominin tüm sektörlerinde enerji alanında dönüşüm gerçekleştirmemiz gerekiyor.” diye konuştu.

Türkiye’nin enerjide karbon nötre ulaşmak için önemli yatırımlar yaptığını vurgulayan Bayraktar, “Öncelikle yenilenebilir enerjide önemli bir potansiyele sahibiz. Rusya Devlet Nükleer Enerji Kuruluşu Rosatom Genel Müdürü Aleksey Likhachev de Türk yenilenebilir enerji pazarına yatırım yapmak istiyor. Şu anda güneş ve rüzgar enerjisine yönelik projeler geliştiriyoruz.” dedi.

Bakan Bayraktar, Türk enerji sektöründe yenilenebilir enerjinin artan önemine işaret ederek, “Türkiye’nin kurulu gücünün yüzde 55’i yenilenebilir enerjiden geliyor ve bunu daha da artırmak istiyoruz. 2035’e kadar güneş ve rüzgar enerjisinde kurulu gücümüzü her yıl 5 gigavat artırmamız gerekiyor. Güneş ve rüzgarda ilave yenilenebilir enerji kurulumumuz 12 yılda 60 gigavata ulaşacak.” ifadesini kullandı.

Enerji verimliliğin de önemli bir konu olduğunu vurgulayan Bayraktar, tüm ekonomide enerji üretiminin ve tüketiminin verimli bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini söyledi.

Türkiye’nin nükleer enerji ihtiyacı

Rosatom’un, Rusya ile imzalanan anlaşma doğrultusunda Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni (NGS) inşa ettiğini belirten Bayraktar, “Ancak uzun vadede nükleer enerjide en az 20 gigavat kurulu güce ihtiyacımız var. Akkuyu’nun kapasitesi 4,8 gigavat, ancak ikinci ve üçüncü nükleer santrallere de ihtiyacımız var. Rosatom da Sinop’ta planladığımız nükleer enerji santraline büyük ilgi gösteriyor.” diye konuştu.

Akkuyu NGS’de inşaat çalışmalarının on binlerce çalışanla birlikte etkin bir şekilde yürütüldüğünü dile getiren Bayraktar, “İki hafta önce sahadaydık. Hedefimiz, ilk reaktörden 2024’te elektrik üretmek. Takip eden yıllarda da tüm güç santralini faaliyete alacağız. Enerji ihtiyacımızın yüzde 10’u bu tesisten gelecek ve bu da 30 ila 35 milyon ton karbon emisyonundan kaçınmamızı sağlayacak.” bilgisini verdi.

Bayraktar, küçük modüler reaktörler alanında da çözümler için adımlar attıklarını söyledi.

“Enerji tedarikinde doğru dengeyi bulmamız gerekiyor”

Türkiye’de rekabetçi ve düşük maliyetli enerji tedarikine önem verdiklerini belirten Bakan Bayraktar, şunları kaydetti:

“Sanayimize, hane halkımıza, rekabetçi ve düşük maliyetli enerji tedariki sağlamamız gerekiyor. Türkiye, bir sanayi ülkesi olarak üretim noktasında çok yüksek bir kapasiteye sahip ve elektrik ve doğalgazda güvenilir enerjiye de ihtiyaçları var. Güvenilir ve rekabetçi enerji tedarikinde doğru dengeyi bulmamız gerekiyor.”

Yenilenebilir enerji alanının da teknolojik gelişmelerle birlikte rekabetçi hale geldiğini söyleyen Bayraktar, “En önemlisi, pazara rekabetçi, düşük maliyetli ve güvenilir enerjiyi tedarik etmek. Nükleer enerji planlarımız da buna uyumlu görünüyor ve bunun böyle devam edeceğini umuyoruz.” dedi.

Spot piyasada elektrik fiyatları (11.10.2023)

Enerji Piyasaları İşletme AŞ verilerine göre, spot elektrik piyasasında işlem hacmi bugün, düne göre yüzde 12,4 artarak 1 milyar 219 milyon 837 bin 231 lira oldu.

Gün öncesi piyasada 1 megavatsaat elektriğin fiyatı, yarın için en yüksek 17.00 ve 19.00 saatleri arasında 2 bin 700 lira, en düşük 04.00’te 1612 lira olarak tespit edildi.

Gün öncesi piyasada 1 megavatsaat elektriğin aritmetik ortalama fiyatı 2 bin 369 lira 46 kuruş, ağırlıklı ortalama fiyatı ise 2 bin 380 lira 56 kuruş oldu.

Spot piyasada 1 megavatsaat elektriğin fiyatı bugün en yüksek 2 bin 699 lira, en düşük 1324 lira 99 kuruş olarak belirlendi.

Dört büyükler borç şampiyonu

Kulüplerin, Kamuyu Aydınlatma Platformuna (KAP) gönderdiği finansal durum raporlarına göre, 31 Ağustos 2023 itibarıyla en fazla borcu bulunan kulüp Galatasaray oldu.

Sarı-kırmızılı kulüpte (Sportif AŞ), dernek ve diğer ilişkili şirketler/taraflar hariç toplam borç, 9,59 milyar lira.

Borç klasmanında ikinci sırada 8,63 milyar lirayla Fenerbahçe (Futbol AŞ) bulunuyor.

Beşiktaş’ın (Futbol Yatırımları Sanayi ve Ticaret AŞ) borç hanesinde 7,05 milyar lira görünüyor.

Trabzonspor ise (Sportif Yatırım ve Futbol İşletmeciliği AŞ) 4,66 milyar liralık yükümlülükle karşı karşıya.

Kulüplerin alacakları (varlıklar), toplam borcun yarısı bile değil

Kulüplerin toplam 29,93 milyar liralık borcuna karşılık alacak toplamı, ilişkili taraflardan (Dernek ve bağlı şirketler) alacaklar hariç 12,45 milyar lira.

Borç-alacak farkı bağlamında tablolara bakıldığında en borçlu kulüp konumunda Beşiktaş bulunuyor. Siyah-beyazlıların 7,05 milyar liralık borca karşın alacakları 1,78 milyar lira ve net borç-alacak farkı -5,27 milyar lira.

Borç hanesindeki 9,59 milyar liraya karşılık 4,6 milyar lira alacağı bulunan Galatasaray’ın net borç-alacak farkı -4,99 milyar lira.

Fenerbahçe’de 8,63 milyar liralık toplam borcun karşısında 4,26 milyar lira alacak yazılmış durumda ve net borç-alacak farkı -4,37 milyar lira.

Trabzonspor’da ise 4,66 milyarlık toplam borca karşın 1,8 milyar lira alacak mevcut ve net borç-alacak farkı -2,86 milyar lira.

Bu sezonki “açık” -11 milyar lira

Dört büyükler sezonun ilk 3 ayına dair (haziran, temmuz, ağustos) bilançolarını açıklarken, kalan 9 ay için 11 milyar liralık kaynak ihtiyacı dikkati çekiyor.

Fenerbahçe, sezonun ilk 3 aylık bilançosunda 0,91 milyar lira kar açıklasa da sezonun kalan bölümü için en fazla kaynağa ihtiyacı olan kulüp pozisyonunda.

Bu dönemdeki yükümlülüğü 5,18 milyar lira, alacağı ise 1,78 milyar lira olan sarı-lacivertlilerde 3,4 milyar liralık “açık” bulunuyor.

Galatasaray’da 5,9 milyar liralık borca karşın 2,74 milyar alacak mevcut ve 3,16 milyar liralık kaynağa ihtiyaç var.

Bu dönemdeki borcu 2,65 milyar lira, alacağı ise 0,44 milyar lira olan Trabzonspor, sezon bitimine dek 2,21 milyar lira bulmak zorunda.

Beşiktaş’ta ise 0,64 milyar liralık alacağa karşılık 2,81 milyar liralık yükümlülük var ve ulaşılması gereken kaynak 2,17 milyar lira.